Bir topluluk, farklı kültürel, ırk ve dini geçmişlere sahip bireylerden oluşur. Burada topluluğu bir arada tutan şey, bireylerin bu farklılıkların kıymetini bilerek barış, uyum ve karşılıklı saygı içinde birlikte yaşamaya karar vermiş olmalarıdır. Böyle bir topluluğun yönetişim ilkeleri olarak; bütünlük, kamu güveni, şeffaflık ve dürüstlük tüm dini öğretiler ve kültürel gelenekler tarafından övülür. Bu değerler, hem bireyler hem de toplum liderleri tarafından savunulmalıdır.
Bu iyi yönetişim ilkeleri, günümüz demokratik toplumlarda; güvenlik; kamu özgürlüklerinin etkin bir şekilde korunması; bir güven faktörü olarak şeffaflık; demokratik sürdürülebilirlik ilkesi olarak sosyal uyum; ve kurumların bağımsızlığı olarak özetlenebilir.
Kurumlar Neden Önemli?
Ekonomistler kurum terimini kullandıklarında şunu kastederler: mülkiyet hakları, dürüst hükümet, siyasi istikrar, güvenilir hukuk sistemi ve rekabetçi ve serbest piyasalar. Bunlar neden bir ekonomi için önemli kabul ediliyor? Çünkü, kıt kaynakları tahsis etmek için doğru ortamı yaratırlar.
Kurumların ekonomik kalkınmayı dört geniş kanal aracılığıyla desteklediği ileri sürülür: ekonomik işlemlerin maliyetlerinin belirlenmesi, yatırım getirisinin uygun olma derecesinin belirlenmesi, güçlük ve kamulaştırma düzeyinin belirlenmesi ve çevrenin işbirliğine ve artan sosyal sermayeye ne derece elverişli olduğunun belirlenmesi.
Rodrik, Subramanian ve Trebbi (2002), kurumsal ekonomi üzerine çığır açan bir çalışmada, dünyanın en gelişmiş ülkeleri ile en yoksulları arasındaki gelir farklılıklarını belirlemede kurumların, coğrafyanın ve entegrasyonun (ticaretin) göreli önemini değerlendirdiler. Çalışma sonucunda, kurumsal belirleyicilerin diğer tüm belirleyicileri “baskıladığını” görüyorlar. Bununla beraber, ekonomik faaliyetin gelişmesi için kurumların önemli olduğu yeni bir sezgi değildir. Adam Smith, adalet sisteminin, özel mülkiyet haklarının ve hukukun üstünlüğünün (Ulusların Zenginliği) önemine atıfta bulunarak, bunun şaşırtıcı bir ayrıntı olduğunu zaten belirtmişti. Aron (2000), kalkınma endekslerinin kurumsal olanlarla ilişkilerini araştıran çalışmalarında: 7’sini mülkiyet hakları ve yaptırımla, 10’u sivil özgürlüklerle, 10’u siyasi haklar ve demokrasiyle, 4’ü işbirliği kurumlarıyla (örneğin kulüpler ve dernekler) pozitif bir ilişki bulurken, 15’inde gelişme ile siyasi istikrarsızlık arasında negatif bir ilişki buluyor.
Ekonomik kalkınmaya yardımcı olan kurumlar, ekonomik faaliyetin maliyetlerini azaltır. Maliyetler, araştırma ve bilgi maliyetleri, pazarlık ve karar maliyetleri, güvenlik ve uygulama maliyetleri gibi işlem maliyetlerini içerir (Coase, 1992, s 197; Dahlman, 1979, s. 149). Ortak yasal çerçeveler (örneğin sözleşmeler ve sözleşmelerin uygulanması, ticari normlar ve kurallar) sağlayarak işlem maliyetlerini düşürürler ve ortak yasa ve düzenlemelere uyum için emniyet ve adalet sistemleri sağlayarak güveni teşvik ederler.
Kurumların gelişmediği topluluklarda ticaret, tipik olarak akrabalık veya etnik ve dini bağlara dayanır. Ortak dil ve din normları ve ağları, ekonomik değişim anlaşmalarına uyulmasını sağlamak için yeterli olabilir; toplu cezalandırma ve sosyal itibar, üçüncü bir tarafın yokluğunda bile (genellikle gayri resmi) sözleşmelerin uygulanmasını sağlamak için yeterli olabilir. Greif (1993), dürüst olmayan tüccarlar ve toplu cezaları hakkında bilgi paylaşımına izin veren Mağribi tüccarlarının ticaret ağlarını tanımlamaktadır. Ancak, farklı gruplarla ticaret fırsatlarından yararlanmak ve ekonomik işlemlerin boyutunu artırmak için kültürel bağlar ve din yeterli değildir. Ticaret ortakları ve takasın ayrıntıları ve üzerinde anlaşılan koşullara uygunluk konusunda anlaşma sağlayan kurumlar hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç vardır. Bunlar, sözleşmeler, davranış kuralları, standart ağırlıklar ve önlemler, ifşa anlaşmaları ve mahkemeler ve emniyet aracılığıyla uygulama şeklini alır. İşlem maliyetlerinin küçük olduğu durumlarda, sözleşmelerin özel olarak uygulanması yine de tercih edilebilir. Ancak ekonomik ilişkiler geliştikçe ve giderek kişisellikten uzaklaştıkça, üçüncü bir tarafın(kurumun) kurallara uyumu zorlama rolü giderek daha fazla gerekli hale geliyor (Shirley, 2003, s. 2).
Kurumlar ve Ekonomik Büyüme
Kurumsalcılar, ekonomik büyümenin ekonomik ve politik kurumların bir işlevi olduğunu öne sürerler.
Neden bazı ülkeler zenginken bazıları fakir? Solow’dan (1956) bu yana, geçici yanıt, sermaye birikimi ve teknik değişimdeki farklılıklar olmuştur, ancak teori bu farklılıkları neyin oluşturduğunu açıklamamaktadır. İçsel büyüme teorileri (Aghion ve Howit 1992; Grossman ve Helpman 1991; Romer 1990) araştırma ve geliştirme ile insan sermayesindeki farklılıkların teknik değişim ve birikimde farklı büyümeye yol açtığını iddia etmek için ortaya çıktı. Yine de, neden bazı ülkeler eğitim ve inovasyona daha fazla yatırım yapıyor?
North (1990), Acemoğlu ve Robinson (2013) ve diğer yeni kurumsal ekonomistler, kurumlardaki farklılıkların zaman ve mekan boyunca ekonomik performanstaki farklılıkları açıklayabileceğini iddia ediyor. Acemoğlu ve Robinson (2013) çalışmalarında “çıkarıcı” ve “kapsayıcı” kurumlar arasında ayrım yapmaktadır. İlki, bir yanda demokratik olmayan siyasi kurumlara, diğer yanda zayıf hukukun üstünlüğüne ve özel mülkiyet haklarının yokluğuna atıfta bulunur. “Kapsayıcı” kurumlar, toplumun geniş bir kesimi için demokratik siyasi kurumlar, güçlü hukuk devleti ve özel mülkiyetin korunmasından oluşan bir ağdır. Kurumlara ilişkin baskın söylem, “kapsayıcı” kurumların uzun vadeli büyümenin derin belirleyicileri olduğunu ileri sürmektir.
Kurumlar Ekonomik Büyüme İçin Yeterli mi?
Bir diğer görüş ise(Colin Constantine 2017), kapsayıcı” kurumların ekonomik büyümenin derin belirleyicileri olduğu iddiasını tam olarak tatmin edici bulmuyor ve büyüme sürecinde kurumların rolünü gözden kaçıran kurumsal ekonomistlerin, ekonomik yapıların büyüme dinamiklerindeki rolünü görmezden geldiklerini ileri sürüyor.
Bu yeni görüşün temel anlayışı, kurumların performansının bir ülkenin ekonomik yapısı tarafından belirlendiğidir. Pek çok az gelişmiş ülkede bir tür “kapsayıcı” kurum vardır- birincil sorun, bunların yalnızca kanunla yazılması ve zor ya da yalnızca seçici olarak uygulanmasıdır. Bu durum, azalan getiri üretim yapılarının sonucudur. Uygulayıcı kurumlar maliyetsiz değildir ve azalan getirisi olan ekonomik faaliyetler, uygulama maliyetlerini karşılamak için yeterli katma değer üretmez. Artan getiri ekonomik yapılarına sahip zengin ülkelerde ise bunun tersi geçerlidir.
Bir ülke artan getirisi olan bir ekonomik yapıya nasıl sahip olabilir? Büyümeyi artırıcı yapısal değişiklikler, üretim kurumlarının devlet tarafından yeterince desteklenmesiyle oluşacaktır (Khan 2010). Reinert’i (2007). Üretim kurumları (endüstriyel politikalar: tarifeler, sübvansiyonlar vb.) ile değişim kurumları (mülkiyet hakları, hukukun üstünlüğü vb.) arasında ayrım yapmaktadır. Asgari bir hukuk kuralı ve bir tür mülk sahipliği olmaksızın üretimin gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Buradan, değişim kurumlarının üretim üzerinde önemsiz olmayan etkileri olduğu sonucu çıkar. Ancak, değişim kurumları üretimi veya getirisi artan malların üretimini garanti etmez. Değişim kurumları en iyi ihtimalle gerekli koşullardır, ancak ürün üretimi için tek başına yetersizdir. Devlet sübvansiyonları ve vergi indirimleri, olumlu şekilde uygulandığında üretim seviyeleri üzerinde doğrudan etkilere sahip olabilir ve belirli malların üretimini diğerlerine göre teşvik edebilir.
Bu yeni görüş, kurumsal ekonomistlerin ileri sürdükleri, hem “kapsayıcı” hem de “çıkarıcı” kurumların öncelikle değişim kurumlarına (exchange institution) dönüştüğünü öne sürüyor. Bu, üretim yeteneklerinin zaten var olduğu zımni varsayımın sonucudur. Ancak tanım gereği üretim teknolojilerinden yoksun olan yoksul ülkeler, gelişmiş ülkelerden değişim kurumlarını “indirerek” sağlam bir büyümeyi ateşleyemezler. Aslında, az gelişmiş ülkelerde kaynaklarda yetersiz bir şekilde tahsis edilir. ayrıca yoksul ülkelerin değişim yapacak çok az şeyi olduğu fark edildiğinde, değişim kurumlarının büyümeyi artıran yapısal dönüşümler üretemeyeceği savunuluyor. Dolayısı ile bu görüş ile kurumlar ile kalkınma konusundaki egemen söylem arasındaki temel fark budur.
Bu görüş, ekonomik yapıların ekonomik performansın temel nedeni olduğuna dair alternatif bir teorik ve ampirik durum geliştirmektedir. Ekonomik yapılar, yapısal öğrenme oranını belirler, kurumsal performansı etkiler, gelir dağılımını etkiler ve siyasi geçişlerin yönünü, dolayısıyla ekonomik performansı belirler. Aynı zamanda, kurumlar, siyasi güç ve ekonomik yapılar arasındaki geri bildirim döngüleri de çok önemlidir. Dolayısıyla piyasaların tek başına büyümeyi artırıcı dönüşümler sağlayamayacakları belirtiliyor.
Bu görüşe göre, büyümeyi sağlayan kurumlar değil; daha ziyade, ekonomik performansı sağlayan bir ülkenin ekonomik yapısıdır. Bu nedenle, ekonomik yapılardaki zaman ve mekandaki farklılıklar, ekonomik kalkınmadaki farklılıkları açıklayabilir.
Fakat ekonomik yapılar nelerdir? Yüksek teknolojili üretim gibi bazı emtialar, artan getiri kapsamına sahiptir ve bazı tarım ürünleri gibi diğerleri, azalan getirileri ile ünlüdür. Belirli bir ülke, teknik olarak gelişmiş yüksek katma değerli mallar üretiyorsa, artan getiri üretken bir yapıya sahiptir- ve bunun tersi geçerliyse azalan bir getiri ekonomik yapısı, teknolojik olarak basit, düşük katma değerli mallardan oluşur. Temel olarak, ekonomik faaliyetler bir ekonominin üretken yeteneklerini yansıtır ve bir ülkenin üretken yapısı basitçe teknolojik yeteneklerinin toplam temsilidir.
Güçlü büyüme, bir ülke artan getirili bir ekonomik yapıya kavuştuğunda gerçekleşirken, aksi takdirde ekonomik durgunluk ve düzensiz büyüme gözlenir. Yüksek katma değerli ve teknolojik olarak karmaşık mallar, yeniliğe elverişli piyasa yapılarında üretilir ve bunlar daha uzun süreler için daha yüksek ücretleri ve kârları sürdürür (Reinert 2008). Ayrıca, ekonomik faaliyetlerin artan getirisi, daha uzun kariyer basamakları sağlar ve bunlar, emeğin sosyal sınıflar arasında merdivenleri tırmanması için önemli bir araç görevi görür ve bu da gelir dağılımını geliştirir. Ortaya çıkan fikir birliği, daha düşük eşitsizliğin büyümeyi daha çok artırdığı yönündedir. Ayrıca, artan getiri üretim yapılarında demokratik geçişler daha olasıdır ve bu, büyümenin önemli bir yakın nedeni olan teknik bilginin yayılmasını arttırır (Acemoğlu 2008).
Kurum Bağımsızlığı
Seriye Sezen(Ankara, Siyasi Bilimler Fakültesi) tarafından “Türkiye’deki Bağımsız Düzenleyici Kurumlar: Gerçekten Özerkler mi?” adlı çalışmada, Türkiye’deki bağımsız düzenleyici kurumların özerkliğini incelemektedir. Kısaca, ilk olarak onların yaratılmasına yol açan farklı faktörleri ve ikinci olarak, onların resmi veya hukuki özerkliklerinin yasal temelini araştırıyor. Daha sonra araştırma, bu resmi özerkliğin gerçekte ne ölçüde uygulamaya konulduğunu ve yönetim kurulu üyeleri tarafından nasıl algılandığını değerlendirmektedir. Araştırma, görüşmelerden oluşan bir anket aracılığıyla yapılmıştır. Çalışma, “Resmi özerklik kanunla tatmin edici bir şekilde sağlanmış olmasına rağmen, hükümetin bu özerkliği ikincil mevzuat yoluyla sınırlama eğiliminde olduğu” sonucuna varmaktadır. Dolayısı ile, özerkliğin fiili kullanımı üzerinde bazı kısıtlamalar vardır. Fiili özerklikle ilgili olarak, anket bulguları, kurulların müzakerelerinde dış ve iç baskılara ve müdahalelere maruz kaldığını göstermektedir. Böylece, ”‘özerklik ne kadar büyük olursa, yönetim o kadar verimli olur” varsayımı sorgulanır. Yönetim kurulu üyeleri üzerindeki baskının ana kaynakları, düzenlemeye tabi sektörlerin kendilerinden kaynaklanmaktadır. Bu bulguların, piyasa güçleri tarafından karşı karşıya kalındığı için, demokrasi ve siyasi-idari ara yüz üzerinde önemli bir etkisi vardır.”
Yargı Bağımsızlığı
Yargı bağımsızlığı, demokrasinin iki temel unsurunu, yani hukukun üstünlüğünün ve kuvvetler ayrılığının somut bir şekilde ifade edilmesidir. Anayasal bir demokraside, siyasi süreç ve herhangi bir devlet işlevi, yasaların sınırları içinde gerçekleşmelidir. Yargıçlar, hukukun üstünlüğünü korumakla görevlidir. Bunu uygunsuz bir etki olmaksızın yapabilmelerini sağlamak için, yürütme ve yasama erkinden bağımsız olmalıdırlar. Demokrasideki rolleri, insan haklarının korunmasında özellikle önemlidir. Uluslararası hukuka göre yargı bağımsızlığının tanımı şu şekilde yapılabilir: bağımsız bir yargı (a) tarafsız olmalıdır; (b) davalara tarafsız bir şekilde yaklaşmalıdır; (c) önyargı göstermemelidir; (d) siyasi olarak bağımsız olmalıdır; ve (e) herhangi bir kaygı duymadan çalışabilmelidir.
Merkez Bankası Bağımsızlığı (MBB)
Merkez Bankası (MB) ile Hükümet arasındaki ilişki, MB’nin atama prosedürleri, para politikası ve hükümete borç verme gibi hususlarla ilgili önemli bir yapılandırmadır. Teorik ve ampirik literatür, MBB ile enflasyon arasında önemli bir negatif ilişki olduğunu göstermektedir. Burada, para politikasının resmi olarak özerk bir MB’ye devredilmesinin, MB’nin fiyat istikrarı hedefine daha iyi ulaşmasını sağlayacağı, onu gerek seçim süresinde gerekse diğer zamanlarda partizan siyasi baskılardan daha iyi yalıtacağı varsayılmaktadır. Bu nedenle, birçok yükselen piyasa ekonomisinde merkez bankası reformlarını en uygun şekilde sıralamak ve uygulamak için MBB’yi geniş bir şekilde tanımlamak ve ölçmek çok önemlidir.
MBB, hükümetin etkisinin ya dışlanması ya da büyük ölçüde kısıtlanması gereken üç alanla ilgilidir: personel, finans ve politika konularında bağımsızlık. Hükümetin etkisinin MB’nin atama prosedürlerinden kısmen veya tamamen hariç tutulması durumunda, bir MB’nin Personel Bağımsızlığı veya Siyasi Bağımsızlığına sahip olduğu söylenir. Bu bağımsızlığın derecesi, atama prosedürlerinde hükümetin etkisi, görev süreleri ve MB yönetim kurulunun görevden alınması gibi faktörler tarafından belirlenebilir. Mali Bağımsızlık veya Mali Bağımsızlık derecesi, MB’nin hükümeti MB kredilerine doğrudan ve dolaylı erişimden ne ölçüde hariç tutabileceği ile belirlenir. Burada doğrudan kredi, MB mali açığın parasallaştırılmasına izin verdiğinde ve MB birincil piyasada devlet borcunun yönetimine katıldığında dolaylı kredi ortaya çıkar.
Merkez Bankası Kurumu özerkliği ile ilgili olarak Avrupa Merkez Bankası başkanı Mario Draghi, bağımsız kurumların nasıl çalıştığının parlayan bir örneğidir(Cassar White, 2018). ” Draghi, görünüşte sakin ama siyasi baskıya boyun eğmeme konusunda çelik gibi bir kararlılığa sahip bir kişidir. 2016 yılında, AB ekonomilerini büyümeye teşvik etmek için para politikasını gevşetme stratejisi nedeniyle Alman politikacılardan büyük baskı gördü.
Savunması son derece basitti: ‘Siyasetçilere değil, yasalara uyuyoruz’. Şansölye Angela Merkel, kurumların bağımsızlığına müdahalelerini meşrulaştırmaya çalışan çoğu politikacı gibi, siyasi meslektaşları tarafından yönetilen eleştirilerin haklı olduğunu iddia etti. Politikacıların sıradan insanların çıkarlarını savunma hakkı ve görevi olduğunu savundu.
Draghi bir kez daha sakin ve diplomasi bir tavırla tepki gösterdi. ‘Belirli bir eleştiri türü, ECB’nin bağımsızlığını tehlikeye atıyor olarak görülebilir ve bu, yatırımı geciktirir’ dedi.
Daha yakın zamanlarda, İtalya başbakan yardımcısı Luigi Di Maio, İtalyan hükümetinin önemli kamu harcamalarına dayalı bütçesini destekleyerek, sadık bir İtalyan gibi davranmadığı için Draghi’yi eleştirdi. Di Maio’nun hayatında şimdiye kadar hiç düzgün bir iş yapmadığı bildiriliyor ve bugün, muhtemelen son birkaç yılda AB’yi büyük buhrandan kurtarmış olan bir uzmana iyi mali yönetişim dersleri vermeye çalışıyor.
Herkes Draghi’yi ve kamusal rolü siyasi etkiden bağımsızlığın yasal güvenceleriyle korunan diğer bağımsız kurum yöneticilerini taklit edemez. Ancak bağımsız kurumların liderlerinden, patronlarının istediğini değil, doğru olanı söylemesi ve yapması beklenir.”
KAYNAK:
Seriye Sezen, Ankara Üniversitesi SBF, Independent Regulatory Agencies in Turkey: Are They Really Autonomous?
John Cassar White, timesofmalta, The freedom of thinking independently, 2018
Luca Ferrini, e-ir.info, 2012, The Importance of Institutions to Economic Development
Collin Constantine, 2017, Economic structures, institutions and economic performance, Journal of Economic Structures volüme 6
Economic Institutions, econlib.org, Econlib College Guide