
Genel
Enflasyon, insanların parasal değerini ve ülkenin milli gelirini aşındıran görünmez bir vergidir. Aynı zamanda, iş adamları tarafından yüksek oranda izlenen ekonomik bir göstergedir.
Çoğunlukla, enflasyon oranı hareketleri ile faiz oranı (nominal ve reel faiz oranı) arasındaki ilişki merak edilir.
Bazı gelişmiş ülkelerde, 50 yıla aşan bir süre boyunca tüketici fiyat endeksine ve reel faiz oranı verilerine dayanan gözlemler:
ilk olarak, enflasyon oranı ve reel faiz oranının her zaman zıt yönlerde hareket ediyor gibi, ikinci olarak, genellikle uzun vadede nominal faiz oranının enflasyon oranının hareketlerinin gerisinde kaldığını, ancak yukarı veya aşağı yönde hareket edebildiğini göstermektedir. Buna neden olan nedir?
Genel olarak, her üç eğrinin de hareketleri 1970’lerden önceki yıllarda nispeten küçüktü. Ancak para politikasının klasik perspektiften daha kısa vadeli Keynesyen bir ideolojiye kayması üzerine, eğriler arasında önemli farklılıklar oluştuğu gözlemlenmektedir.
1970’lerden itibaren artmaya başlayan hükümet harcamaları, para arzında ani artışlar yaratmaya başladı. Paranın miktar teorisi, hükümetler harcamaya başladığında, dolayısıyla para stokunu artırdığında, enflasyon oranının da yükseleceğini öne sürer. Bunu önlemek için, para politikaları enflasyonist eğilimlere karşı kullanılmaya başlandı. Nominal faiz oranlarını yükseltme, harcamaları kısma ve para arzını azaltma girişimleri başlatıldı. Mali kararlar ve sonraki parasal tepkiler, faiz oranlarının ve enflasyonun dalgalanmasına ve birbirlerinden farklı hareket etmelerine neden oldu.
Bunlardan reel faizin, hem nominal faiz oranının hem de enflasyonun tersi yönde hareket etmesinin nedeni, reel faiz değerinin nasıl elde edildiği ve neyi temsil ettiğinden kaynaklanır.
Fisher Etkisi: Enflasyon oranı, nominal faiz oranı ve reel faiz oranı arasındaki bağlantıyı inceler. Nominal faiz oranının, beklenen enflasyon oranı ve reel faiz oranı olmak üzere iki bileşen içerdiğini gösterir. Reel faiz oranı, beklenen enflasyonu hesaba kattıktan sonra tasarruf sahiplerince yapılan yatırımın getirisini temsil eder.
İlişki, “ reel faiz oranı = nominal faiz oranı – enflasyon oranı” şeklindedir. Bu ilişki, reel faiz oranının, getiri-nominal faiz değeri, eksi belirli bir yatırımın enflasyon yoluyla kaybedilen satın alma gücünü ölçtüğünü ileri sürer. Bir bankaya %6 nominal faiz oranı ile para yatırırsınız, ancak beklenen enflasyon %4 ise, tasarruflarınızın gerçek satın alma gücü %2 artar. Örneğin, Merkez Bankası para arzını artırırsa ve beklenen enflasyon %4’ten %7’ye çıkarsa, istikrarlı bir ekonomi sağlamak için Merkez Bankası faiz oranlarını %6’dan %9’a yükseltir. Nominal faiz oranları enflasyonla aynı oranda artarsa, reel net etki çok azalır. Bu nedenle, iki değişkenin ters hareketleri, bu belirli değişkenin konumu ile tanımlanır. Fiyat seviyesi, nominal nakit varlıklardan daha fazla yükseldiyse, bu durum elde tutulan varlıkların gerçek değerini düşürecektir. Ekonominin büyümesine yardımcı olmak için Enflasyon ve Faiz oranı arasındaki pozitif reel faiz noktasına ulaşmak gerekiyor. Ve merkez bankaları, enflasyonu takip etmek ve limitler içinde tutmak için faiz oranlarını kullanırlar.
Ancak, enflasyonun farklı itici güçleri olabilir. – talep veya maliyet. Enflasyon talep itmeli ise, o zaman daha yüksek faiz oranının enflasyonu düşürmesi söz konusudur. Ancak, enflasyon maliyet itmeli ise (bazı ülkelerde görüldüğü gibi), o zaman daha yüksek faiz oranı aslında üretim maliyetini yükselterek enflasyonu artırabilir.
Bununla birlikte, tek başına bir enflasyon rakamı bir şey ifade etmez. Merkez bankalarınca önemli olan, enflasyon oranındaki değişmelerdir. Merkez bankaları her zaman enflasyon seviyesini ülkenin ekonomik büyüme oranıyla ilişkilendirirler. Faiz oranlarındaki değişiklikler para politikasına bağlı olmakla birlikte, merkez bankaları, çoğu zaman ve özellikle kriz dönemlerinde, ekonomik büyümeden ödün vermeyi reddeder.
Enflasyon ve faiz oranları arasındaki yakın ilişki
Enflasyon para yaratımından kaynaklanır. Bu para yaratımı, sürekli artan para arzının seviyesi ile ölçülür. Ancak para arzındaki bir artış mutlaka enflasyon oluşturur anlamına gelmez. Enflasyona yol açan şey, üretilen zenginlikten (GSYİH ile ölçülür) daha fazla para arzında olan artıştır. Etkili olarak bu, aynı oranda artmayan bir arz üzerinde talep baskısı oluşturur ve enflasyon yaratır.
Enflasyon oranı merkez bankaları tarafından çok yakından izlenir. Para politikalarını yönlendirmek ve politika faiz oranlarını belirlemek için enflasyonu incelerler. Her merkez bankası genellikle kendisine aşmak istemediği bir enflasyon eşiği belirler ve deflasyonu önlemeye çalışır (genellikle ekonomik durgunlukla eş anlamlıdır).
Bu şekilde, enflasyon oranı çok yükselirse, merkez bankası enflasyonu kontrol altına almak ve ekonomideki aşırı ısınmayı önlemek için faiz oranlarını yükseltir veya piyasadaki aşırı likiditeyi azaltır. Bu tedbirler, para yaratmayı yavaşlatarak enflasyonu düşürür.
Öte yandan, ülke deflasyon eşiğinde ise, merkez bankaları borçlanmayı daha ucuz hale getirerek ekonomiyi canlandırmak için faiz oranlarını düşürür (bu da para yaratımını artırır ve dolayısıyla enflasyon yaratır).
Enflasyon ılımlı ise, merkez bankaları faiz oranlarını enflasyon düzeyine ve ayrıca ekonomik büyüme oranına (GSYİH) göre belirler. Tabii ki, enflasyonla mücadelede, merkez bankaları tarafından başka birçok faktör de dikkate alınmaktadır.
Enflasyonun döviz kuru üzerindeki etkileri
Enflasyonun döviz kuru üzerindeki etkisinin teorik olduğunu belirtmek gerekir. Gerçekten de, döviz kurunun belirlenmesinde etkili olan başka birçok faktörde mevcuttur. Bununla birlikte, diğer unsurlar dikkate alınsa dahi döviz kuru gelişmelerinin en önemli belirleyicilerinden biridir.
Enflasyon bir ülkenin döviz kurunu iki şekilde etkiler: –
Para Birimini Zayıflatarak – Enflasyon düşük ise faiz oranlarının düşmesine neden olacaktır. Yabancı yatırımcılar artık ülkeyi yatırım yapmak için daha az çekici görecek ve daha iyi getiri elde etmek için fonları uygun yüksek getirisi olan başka bir ülkeye taşıyacak. Bunu yaptıklarında, başka bir ülkenin para birimini satın almak için yerel para birimini satıyorlar, bu da talebini azaltarak para biriminin zayıflamasına yol açar.
Para Birimini Güçlendirerek – Yukarıda belirtildiği gibi enflasyon ekonominin faiz oranını yükseltir. Yani şimdi enflasyonda bir artış varsa, bu faiz oranlarında artışa yol açar. Bu yabancı yatırımcıları cezbeder ve yerli para birimine olan talep artar. Bu talep, para biriminin diğer para birimleri (döviz kuru) cinsinden değerini yükseltir.
Yüksek faiz oranları sonucunda para biriminin değer kazanması, her türlü yatırımı artırmayacak, sadece küresel piyasalardan borç alma artacaktır. Öte yandan işletmeler yurt dışına taşınmaya teşvik edilecek ve tüketiciler de daha fazla ithalat yapacaktır.
Döviz kurunun parasal modeli, yüksek faiz oranının uzun vadede fiyatları ve enflasyonu artırdığını ve döviz kurunu değersizleştirdiğini ileri sürer. Bu ana akım düşünce değil, ancak bazı ülkelerde ampirik olarak doğrulanmış bir sonuç. Daha yüksek faiz oranının fiyatları düşürdüğü ve döviz kurunu güçlendirdiği bilgeliği kısa vadeli bir kavramdır ve keynesyen/gelir modeline dayanan döviz kuru belirlemeye yönelik geleneksel yaklaşım olarak bilinir…
Enflasyon ve Reel GSYİH
Bir ekonominin artan Reel GSYİH’sı, talepte artış yaratır. Artan talep, arzda aynı oranda bir artış yoksa, fiyatlarda yükselişe (enflasyon) yol açarak Reel Faiz Oranlarının yükseltilmesine sebep olur. Artan Reel Faiz oranı talebi kısarak enflasyonu azaltır. Bu durum faizleri düşürür ve sonucunda GSYİH azalır.
Yani her şey eşit olduğunda, artan faiz oranları enflasyonu düşürecek veya deflasyon yaratacaktır.
Gerçek dünyada, her şey eşit değildir ve faiz oranları yükselmeye başladığında, genellikle enflasyona ayak uydurmaya çalışır, bu yüzden sonunda birbirlerine bağlanırlar.
Burada Reel GSYİH’yi artıran bileşenlerin yapısı da önemlidir. Eğer bu artış yatırım ve üretim ağırlıklı ise, böyle bir durum enflasyon yaratmaz. Zira artan talebi karşılayacak arz mevcuttur. Yok eğer bu artış ağırlıklı olarak hükümet harcamaları ve kredi bazlı özel harcamalar sonucunda oluşmuşsa, bu durum bir talep patlaması yaratmış ve enflasyonu yükseltmiş olacaktır. Bazen üretim artışının büyümeye katkısı oluşabilir. Ancak, bu artış artan talebi karşılamak için atıl kapasitenin kullanılması sonucu ise fazla etkili olamaz. Bu bakımdan enflasyonist ortamlarda, yatırım/ üretim/ verimlilikteki artışın fazla etkili olmayacağı, kredi ağırlıklı tüketim (istihdam yaratmayan) ile oluşacak büyümenin belli bir oranı geçmesini, Merkez Bankaları parasal araçları kullanarak önlerler. Zira, böyle bir ortamda mesela %4’den fazla bir büyüme, enflasyonu daha fazla artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Esasen, gelişmekte olan bazı ülkeler de bu tür büyümenin getirisi, gelir dağılımı bozukluğu nedeni ile geniş halk kitlelerine yansımamaktadır.
DİKKAT: Bu yazıda bahsedilenler, teori üstüne teoridir ve hiçbiri gerçekten doğru veya yanlış değildir. Hepsi kendi varsayımlarının merceğinden bakıldığında anlam kazanır.
SS