EKONOMİK YAPTIRIMLAR

Zengin Devletler mali güçlerini,  büyük  siyasi etkiye sahip çok zengin iş adamları(oligark) yaratmayı önlemek, vergi kaçakçılığına son vermek ve daha adil bir dünya ekonomisi yaratmak için kullanmalıdır.

Yalnızca son altı ayda, Trump yönetimi Rusya, İran, Çin, Venezuela ve Türkiye hükümetlerine yeni ekonomik kısıtlamalar getirdi. Bu yeni bir fenomen değil, ancak Amerikan yaptırım devletinin on yıllarca süren genişlemesinde bir hızlanmaya işaret ediyor. Hazine’nin Yabancı Varlık Kontrol Ofisi (OFAC) şu anda Küba’dan Kuzey Kore’ye kadar ülkeye özgü 26 yaptırım programını yönetmektedir. Ayrıca, ABD tüzel kişilikleri veya Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren yabancı şirketlerle iş yapmaktan men edilen 6.000’den fazla kişi, şirket ve grubun bulunduğu bir kayıt tutmaktadır.

Bunlar arasında Kolombiyalı kartel liderleri, Suriyeli casuslar, Güney Sudanlı generaller ve gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesine karışan Suudi yetkililer yer alıyor. Yaptırım araçlarını böylesine geniş bir yelpazede farklı durumlarda kullanmanın anlamsızlığı  açıktır.

Yaptırımlar bir Amerikan icadı değildir. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği, kendi ekonomik baskı rejimlerini yönetiyor – örneğin, BM Güvenlik Konseyi, 1990’dan 2003’e kadar Irak’a neredeyse tamamen bir ticari ve mali ambargo uyguladı – ve şu anda dünya nüfusunun üçte biri yaptırımlar altında bir ülkede yaşamaktadır. Yine de Washington’un ekonomik silahının kontrolü rakipsizdir: ABD hükümeti, yerel bankalardan ve kurumlardan geçen varlıklara el koyabildiğinden, Wall Street ve dolar finansmanına erişimi engelleyebilir ve yabancı şirketlere ambargo altında ülkeyle ticareti durdurmaları için fiilen baskı yapabilir.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra, liberal enternasyonalistler silahlı çatışmanın yerini alacak baskı uygulamaları için yeni bir yol aramaları sonucunda, ekonomik yaptırımlar ortaya çıktı. Siperlerin dehşetine geri dönmekten kaçınmaya kararlı olarak, barışı sağlamak için abluka, varlık dondurma ve kara listeye alma gibi teknik araçların kullanılmasını önerdiler. Ekonomik savaş Orta Avrupa ve Orta Doğu’da yüz binlerce insanı aç bıraktığından, Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin yaratıcıları gelecekte ekonomik izolasyon tehdidinin hükümetleri ve sivil halkı yıkıcı davranışlardan ve savaştan caydıracağını umdular.

Yaptırımların barışı teşvik ettiği yönündeki bu kurucu fikir devam ediyor. Yine de bu deneyin bir asırlık gerçekçi bir değerlendirmesi, yaptırımların başarılı olduklarından çok daha sık başarısız olduğu ve istenmeyen sonuçlarını nadiren yetersiz kazanımlara değer olup olmadığı gerçağiyle yüzleştirmektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde ve yurtdışında ki yeni düşünceler, liberal enternasyonalizmin ortodoksluğunun yaptırımlarına meydan okumalı, ekonomik baskının gücünü ilerici amaçlar için yeniden icat ederken, dünya siyasetindeki tehlikeli aşırılıklarını azaltmalıdır. 21. yüzyılda savaş ve eşitsizlik sorunlarını ele alan ciddi bir dış politika, bu kusurlu aracı yeniden şekillendirmeli ve onun ötesine geçmelidir.

Zira, yaptırımların aşırı kullanımı uluslararası istikrarsızlığın önemli bir kaynağı haline gelmiştir. Yaptırımlar uluslararası rekabeti azaltmak yerine şimdi onu daha da kötüleştiriyor. İran, yaptırımların yeniden uygulanmasını bir “savaş durumu” yaratma olarak görüyor. Rus yetkililer onları “ekonomik savaşa” benzetti ve “başka yollarla” yanıt vereceklerine söz verdiler. Kuzey Kore, ABD ve BM yaptırımlarını bir “savaş ilanı” olarak görüyor ve karşılığında kendi kavgacı söylemini artırdı (Trump-Kim romantizmine rağmen). Çin, kendi adına, daha zayıf ama benzer baskılara gümrük tarifeleri yoluyla yanıt verdi.

Bu, üretken olmayan tedbirler karmaşasıyla yüzleşecek ve savaşa karşı gelme ve dış politika üzerindeki demokratik kontrolü artırma geleneğini sürdüren alternatifler önerecek yeni politikalara ihtiyaç var. Bugünün jeopolitik ve ekonomik çalkantılarının ortasında, tek başına askeri aşırılıkları dizginlemeye odaklanmak yeterli değil. Akıllı ve ilerici bir dış politika, Amerikan ekonomik hegemonyasının sert kenarıyla yüzleşmediği sürece geçerli olmayacaktır.

Dikkate alınması gereken ilk gerçek, yaptırımların ne kadar yıkıcı olabileceğidir: Siyasi sonuçları ne olursa olsun, ekonomik yaptırımlar hedefledikleri toplumların uzun vadeli büyüme yörüngesine ciddi şekilde zarar verir. 1976’dan 2012’ye kadar, BM ve ABD yaptırımları, hedefledikleri ülkelerin kişi başına düşen GSYİH’sini ortalama yüzde 25 azalttı. Özellikle Amerikan yaptırımlarının, hedef ülkelerdeki yoksulluk açığını genişletmede güçlü bir rol oynadığı görülmüştür. Yaptırımlar aynı zamanda ekonomik eşitsizliği daha da kötüleştiriyor; 1960 ile 2008 yılları arasında 68 yaptırım rejimi üzerinde 2016 yılında yapılan bir araştırma, bunların gelir eşitsizliklerini önemli ölçüde artırdığını ortaya koydu.

Siyasi olarak ne sıklıkla boşuna olduğunu düşündüğümüzde, bu zarar daha da anlamsız görünüyor. Yaptırımların Güney Afrika’nın 1980’lerde nükleer silahlarından vazgeçmesine ve 1990’larda apartheid’i sona erdirmesine katkıda bulunduğu doğrudur. Ayrıca, 2015’te İran’ın nükleer kapasitesini kısıtlayan Ortak Kapsamlı Eylem Planına (JCPOA) ulaşılmasına da yardımcı oldular.

Ancak bu iki göreceli başarı bile yalnızca yaptırımlara bağlı değildi. Gerçek savaş ya da savaş tehdidi, müzakerelerin arkasında büyük bir yer tutuyordu ve Pretoria ve Tahran’daki tesadüfi siyasi değişimler ve yapıcı uluslararası gelişmeler – Güney Afrika’daki Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Avrupa ve Asya ülkelerinin İran’la görüşmelere dahil edilmesinin- bu yaptırımların başarısının anahtarı olmuşlardır.  ABD müttefiki olmayan büyük ülkelere karşı ya da ulusal çıkarları ilgilendiren hayati sorunlar üzerinde kullanıldığında, yaptırımlar hayal kırıklığı yarattı. Nadiren askeri hareketi önlediler, muhalif hükümetleri devirdiler ya da halkı yöneticilerine karşı başarılı bir şekilde isyan etmeye teşvik ettiler.

Bunların yerine ekonomik yaptırımlar, egemen seçkinlerin konumunu zayıflatmak yerine pekiştirme eğiliminde oldular. Tüm ekonomiyi küresel piyasalara kapatmak, gücün ve ayrıcalığın kötüye kullanılması olasılıklarını artırdı. İran ve Rusya’daki oligarklar ve siyasi seçkinler, yabancı mallara, hizmetlere ve haberlere erişimden yoksun bir nüfustan takipçi kazanarak ve tekelleşme rantı sağlayarak, son ABD yaptırımlarından cömert bir şekilde yararlandılar. Dış dünya ile azalan etkileşim, milliyetçi coşkuları genişletti ve sertleştirdi. Düşen ekonomik refah, dış ticaret kaybı ve yaptırım altındaki toplumların yaşadığı genel durgunluk, her şeyden önce yoksullara ve masumlara zarar veriyor. İster ekonomik, politik, insani, ahlaki veya ihtiyati gerekçelerle olsun, yaptırımların kullanımının azaltılması ile ilgilii  görüşler güçlenmektedir.

KAYNAK :

Nicholas Mulder,  astanatimes.com, 2014

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: