Sanayi Üretiminde İthal Girdi Kullanımı

Türkiye’nin karşılaştığı ve yıllardır çözülemeyen iki ana makroekonomik sorun; yüksek cari açık ve işsizlik oranıdır. Nitekim, son on yılda büyümeye, GSYİH’nın yüzde 5-10’u civarında yüksek cari işlemler açığının eşlik ettiği, görülmüştür (GSYİH büyüme oranının negatif olduğu 2009 hariç). Benzer şekilde, işsizlik oranı, 2018 ekonomik gelişmelerine kadar nispeten istikrarlı bir büyüme dönemi olarak nitelendirilen bu yıllarda dahi %12’nin üzerine çıkmıştır. Bu durumun düzeltilmesi ile ilgili olarak ithal edilen mallar dikkate alındığında, sanayide kullanılan ara malların son yıllarda büyük artış gösterdiği ve ithalatın büyük bir kısmını oluşturduğu görülmektedir. Bu nedenle, sanayi politikalarının, cari açık ve işsizlik sorunlarını çözebilmekte kullanılabilecek politik araçlardan biri olabileceği fikri, tartışılmaya başlanmıştır.

Sanayi mamulleri ihracatı

Türkiye’nin ihraç ürünlerinin büyük çoğunluğu, imal edilmiş (makine kullanılarak yapılmış) mallardır. Payı düşmekle birlikte, mesela 2011 yılında toplam ihracatın %79’unu oluşturmaktadır. Bu kadar büyük bir ihracat payı ile imalat sanayinin özellikleri, Türkiye ihracat performansının önemli bir belirleyicisidir. îmalat sanayinin en önemli özelliklerinden biri, ithal ara mallara bağımlılığıdır. Ekonomi Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye İthalat Haritasına göre, Türk imalat sanayinin ithal edilen bileşeni 2011 yılı için %43’tür (2010’da %40). En bağımlı sektörler gübreler (% 72), demir çelik (% 69), kimyasal maddeler (% 56), diğer metaller ve ürünler (% 51) ve motorlu taşıtlardır (% 51). Ayrıca, 2010 yılında imalat için ithalatın büyümesi, imalat sanayinin ithalata bağımlılığının arttığına işaret eden, üretimin kendisinin büyüme oranını aştı. Türkiye’nin ortalama sanayi büyümesinin üzerinde büyüyen sektörler, tipik olarak daha büyük ithalat bileşenine sahiptir. Son olarak, 2011 yılı GSYİH’da 1 milyar TL’nin üzerinde katma değer yaratan bu sektörlerin yerli katma değeri %5,5 olmuştur.

Son on yılda, Türkiye’nin imalat sanayii, uluslararası pazarlara göre iç pazara daha fazla yönelmiştir. Sanayi mallarının yurt içi satışındaki bir birim artış için, ithalat artışı 0,38 birimdir. Bu da iç talebi, sanayi üretimi için ara mal ithalatında ana itici güç haline getirmektedir. Bu rakamlar, ihracatın ithal edilen ara mallara daha az bağımlı olduğuna işaret ediyor. Ancak bu rakamlar, Türkiye’deki toplam ithalatın neredeyse %21’i olan ve 54 milyar dolara mal olan enerji ithalatını içermemektedir. Toplamda, Türkiye’nin ihracatının 2011 yılında ithal ettiği ara mal içeriği takriben %28’dir.

İhracatın ara mallara olan yüksek bağımlılığı ve ihracatın düşük iç piyasa katma değeri, ihracatını artırırken Türkiye’nin “pazar ekonomisi” haline geldiğinin bir göstergesidir (Sinn 2006). İhracatın, ithal edilen ara girdilere olan yüksek bağımlılığı, döviz kuru hareketlerinin dış ticaret açığı üzerinde eskiye göre daha az etkisi olacağı anlamına geliyor çünkü değer düşüklüğü aynı zamanda ithal edilen ara girdilerin maliyetini de artıracaktır.

Aynı olgunun bir başka gösterimi, ara mal girişleri hem ihracattan hem de ithalattan basitçe çıkarılarak bulunur. Eğer ihracatın ithalat içeriği %40 ise, ihracattaki katma değerin sadece 130 milyar doların( 2011 yılı) 0,6 katı veya 78 milyar dolar (52 milyar dolarlık ithal ara girdiyle) olduğu anlamına gelir. Gerçekte. Türkiye içinde tüketilen ithalat, 240 milyar dolar – 52 milyar dolar veya 188 milyar dolara eşit olacaktır. Bu, katma değer açısından ithalatın kapsadığının sadece 78/188 yada yaklaşık %42 olduğu ve brüt rakamlarla olan 130/240 yada yaklaşık %54 olan değerden çok daha düşük olduğunu gösterir.

Sanayi üretiminin “ithalat bağımlılığı” nedenleri

Daha öncede belirtildiği gibi, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu başlıca makroekonomik sorunlardan biri, büyük cari işlemler açığıdır. Büyük cari işlemler açığının, kısmen endüstriyel üretimin ithal edilen ara girdilere ve makinelere aşırı bağımlılığı ile ilgili olduğu yönünde yaygın bir algı var. Türkiye’de sanayinin ithalat bağımlılığı, Merkez Bankası tarafından yayınlanmış, Saygılı ve ark.(2010) tarafından yapılan araştırmada incelenmiştir. Buna göre, Türkiye’nin ara mal ithalatı, ülkenin toplam ihracatı içindeki ürün paylarının ağırlığı olarak, 1994-2008 arasında üretim çıktısındaki artıştan, 2,5 kez daha fazla artmıştır. Bu durum, üretimin yapısal değişimini kısmen yansıtmaktadır.Tekstil ve konfeksiyon gibi geleneksel endüstrilerin payı azalmıştır ve motorlu araçların, temel metallerin ve fabrikasyon metal ürünlerini üretim payları artmıştır. Genişleyen endüstriler, ara girdilerinin ve ham maddelerinin daha büyük bir kısmını ithal etmeye başlamışlardır. Sonuç olarak, araştırmaya göre, ithal girdi ve hammaddelerin toplam girdi ve hammadde içindeki payı 2002 yılında yüzde 56’dan 2007’de yüzde 62’ye yükselmiştir.

Çalışma, firmaların makine ve teçhizatın yanı sıra ithal girdileri tercihlerinin arkasındaki nedenlerini araştırmak için sektörlerinde katma değerinin yüzde 50’sini (tekstil, giyim eşyası, motorlu taşıtlar, beyaz eşya, makine, temel metaller, metalik olmayan mineraller dahil) temsil eden 145 büyük firma ile yapılan görüşmelere dayanıyor. Firmalara, neden iç piyasadan tedarik etmek yerine, ara malları ve makineleri ithal etmeyi tercih ettikleri sorulmuştur.

Ara mallar durumunda, ankete katılan firmaların yaklaşık yüzde 97’si “yerli üretimin olmamasını”, yüzde 75’i ise “kalite ve kesintisiz tedarik” ve “düşük maliyet” olarak ithalat nedenlerini belirtmişlerdir. Sadece yüzde 24’ü “yabancı mal sahiplerini” (dikey olarak entegre olunan tedarik zincirlerinin yukarı akış unsurlarından tedarik etme arzusu olan) ithalat piyasalarından ara girdi temin etmenin nedenleri olarak belirtti.

Makine durumunda, “yerli üretimin yokluğu” yüzde 96, “kalite ve kesintisiz tedarik” yüzde 72, “düşük maliyet” ise yüzde 45 oranlarında firmalarca seçildi. Genel olarak, firmaların yüzde 65’i, makine ithal etmenin en önemli nedeni olarak “yerli üretimin olmadığını”, yüzde 19’u “kalite ve kesintisiz tedarik” ve yüzde 8’i daha düşük maliyetini gösteriyor. Ham maddeler ve ara girdiler için oranlar sırasıyla yüzde 53,19 ve 2O’dir.

İthal girdilerin kullanımının değerlendirilmesi

İthal edilen girdilerin kullanımının sadece rakamlara bakarak veya ülkeler arası karşılaştırmalar yaparak optimum düzeyde olup olmadığına karar vermek zor görünüyor. Ancak, ithal girdilerin sektörler bazında ve zaman içindeki değişimleri ışığında kullanımını değerlendirirsek, bazı yapısal sorunların varlığı açıkça görülebilir. Küreselleşme ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişme, ülkeler arasında kaynak tahsisinde ve özellikle gelişmekte olan ekonomilerin üretim yapılarında belirgin değişikliklere yol açmaktadır. Sınırların görünmezliği, ithal girdilere erişimi kolaylaştırmakta ve aynı zamanda girdi ihracatçıları arasındaki rekabeti artırmaktır. Sonuç olarak, yüksek kaliteli ve ucuz girdilere hızlı ve sürekli erişime sahip olmak isteyen ülkeler dış kaynakları tercih ediyor. Büyük resme baktığımızda, uluslararası üretim süreçlerinin iç içe geçtiğini ve ürüne dayalı değer zincirlerinin çok uluslu hale geldiğini görüyoruz. Türkiye’de de benzer bir eğilim var. Ancak, bu eğilimden bu yana, döviz kuru dalgalanmaları ve dolarizasyon ile etkileşime girme, enflasyon ve cari işlemler dengesi gibi ana makro ekonomik göstergeleri etkilemektedir. Bu, Türkiye örneğinde “ithal girdilere bağımlılık” durumuna dönüşmüştür.

İthal girdilerin yüksek kullanımı, tamamen olumsuz bir şey değil. Aslında, bu konudaki akademik çalışmalar, ithal girdilere erişimin toplam üretkenliği artırabileceğini bildiriyor. Özellikle ithal edilen ara girdiler daha düşük maliyet ve daha yüksek kalitede elde edilebilir ve kısa vadede iç piyasadaki alternatif ürünler ile ikame edilemeyebilir.. Bu iki gerçek, verimlilikteki artışın altında yatan temel ekonomik mekanizmalar olarak durmaktadır. Ayrıca, yurt dışından gelen kritik öneme sahip bazı ucuz ve kaliteli girdilerin mevcudiyeti, ülke ekonomisinin karşılaştırmalı bir üstünlüğe sahip üretim süreçlerinde uzmanlaşma yolunu açabilir. Başka bir deyişle, ithal edilen girdilerin kullanımı bir gereklilik yerine stratejik bir seçenek olabilir.

Gelişmekte olan diğer ülkelerin de uluslararası ticaret pazarındaki paylarını artırmak için ihracata güvenmesi gibi, Türkiye de, üretimde katma değeri diğer sektörlerden nispeten daha yüksek olan imalat sanayi sektörlerine ağırlık vermektedir. Bu sektörlerin, ucuz ve kaliteli ithal girdilere sürdürülebilir erişime sahip olmaları, üretim ve ihracat kapasitelerini arttırmaktadır.

Ancak, bu seçim, fiyatlarda değişimin çok sık olduğu bir ekonomide, belirli maliyetleri de beraberinde getirebilir. İthal sermaye ve ara mal piyasalarındaki gelişmeler, döviz kurundaki gelişmeler ile birleştiğinde, ihracat performansını, ekonomik faaliyetin seyrini ve enflasyon oluşumunu önemli derecede etkileyebilir. İthal edilen girdilerin üretim faaliyetindeki yoğunluğu ve sektörel dağılımları, bu etkilerin özelliklerini belirler. Öte yandan, ithal girdilerin yüksek miktarlarda kullanımı, ihracatın döviz kuru gelişmelerine karşı duyarlılığını azaltır. Yurt içi para biriminin değer kaybetmesi durumunda, ithal girdilerin maliyeti artarak döviz kuru avantajının ihracat üzerindeki etkisini sınırlandırır, yerel para birimi değer kazandığında maliyet azalır, bu durum döviz kurlarından kaynaklanan ihracat zararlarını önler. Diğer bir deyişle, diğer tüm şeylerin eşit olması durumunda, ihracatçı sektörlerde döviz kuru şoklarının yarattığı dalgalanmaların ciddiyeti, ithal edilen girdilerin payı arttıkça azalmaktadır. Bu mekanizma hemen hemen tüm gelişmekte olan açık ekonomilerde bu şekilde çalışır.

İthal edilen girdilerin kullanımının Türkiye’deki genel eğilimleri üzerine yapılan gözlemler ışığında maliyet ve faydaları çeşitli çalışmalarda analiz edilmektedir. Ayrıca bu çalışmalar, sektörlere ve yıllara göre değişikliklerin yanı sıra ülkeler arası karşılaştırmaları da içermektedir. En kritik nokta “ithal girdilere bağımlılık” kavramını tanımlamak ve bu bağımlılıktan kaynaklanan maliyetleri azaltacak politikaları tasarlamaktır. Bu noktaya odaklanarak, ithal girdilerin kullanımından elde edilen verimlilikten ödün vermeden, yerli girdilerin payının artırılmasının önemini tartışmak gerekir.

Bağımlılık mı Verimlilik mi?

İthal girdilerin kullanımına ilişkin iki ana bakış açısı vardır. Birincisi, kapalı ekonomilerde ithalat-ikame büyümesi ihtiyacının bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Bu bakış açısı, ithal edilen ara maddelerin kullanımının, üretimi dış şoklara maruz bırakacağını, böylece onun dengesini bozacağını ve gelişmeyi engelleyeceğini savunuyor. Buna göre, üretimin altında yatan şartlar, dahili dış ticaret önlemleri ve çeşitli teşvikler yoluyla (bazen devletin kendisi tarafından) sağlanmalıdır.

İkinci bakış açısı, geçerli malları en verimli şekilde üreten ülkeyle ticaret yapmanın, mevcut şartlar altında doğrudan bir verimlilik kazanımına yol açacağını öne sürüyor. Modern dış ticaret teorileri de bu görüşü desteklemektedir. Böylece, ithalatçı şirketler yurtdışından daha ucuz ve daha etkin bir girdi sağlayarak üretkenliklerini artırırken, ekonomideki toplam kaynak dağılımı da aynı girdiyi verimsiz üreten şirketlerin ekonomiden uzaklaştırılmasıyla gelişecektir. Bu konuda yapılan son çalışmalar, ağırlıklı olarak kaynak kullanımında dış girdileri tercih eden şirketlerin ve ekonomilerin performansında bir iyileşme olduğunu göstermektedir. Ancak, girdilerin serbest kullanımının ekonomi üzerindeki toplam etkisi hala belirsizdir.

İlk bakış açısı kapalı ekonomiler için daha makul bir alternatif gibi gözükse de, ekonomilerin açılmasının kaçınılmaz olduğu günümüz dünyasında, ikinci bakış açısı uygulamada daha yaygındır. Bununla birlikte, optimal çözümün bu iki bakış açısı arasında bir yerde olduğu açıktır. İthal edilen girdilerin kullanılması, açık bir ekonominin sunduğu bazı verimlilik kazanımlarını beraberinde getirmektedir, ancak ekonomilerin dış şoklara karşı duyarlılığını azaltmak için ithal edilen girdi oranını kontrol altında tutmak akıllıca olacaktır.

Türkiye’de ithal girdi kullanım oranları dünya ortalamalarından çok farklı değildir. Ancak, ithal girdilerin daha yoğun kullanıldığı bazı sektörler var. Ayrıca, bu sektörlerde ithal girdi kullanım oranları zamanla artmıştır. Bu sektörler tarafından ithal edilen girdileri iki grupta sınıf landırabiliriz. İlk grup, petrol ve diğer hammaddeleri içerir. Bunlar doğal kaynaklardan elde edilen girdilerdir ve kısa vadede alternatifleri yoktur. Günümüzde ve gelecekte atılan adımlar – özellikle enerji sektöründe – bu alanda orta vadede önemli kazanımlara yol açabilir. Ancak, bu girdilerin kısa vadede ikame edilmesi için basit bir politika alternatifi yoktur.

İkinci grup, petrol ürünlerinden ve ana metal ve diğer imalat sanayi sektörlerinde kullanılan işlenmiş veya yarı işlenmiş ithal ürünlerden oluşmaktadır. Bu girdileri kısa vadede ithal etmek çekici olsa da, ülkemizin mevcut teknolojisini ve kaynaklarını belli bir yatırım planında yönlendirerek yerli üretime geçmek de mümkündür. İşlenmiş petrokimya ürünlerinin yerli üretimi için yatırım planları, bu konuda örnek olarak kabul edilebilir. Benzer şekilde, özellikle otomotiv ve ilgili sektörlerde olduğu kadar makine ve ekipmanlarda da bazı girdiler için yerli üretim yapmak mümkündür. Bu değişimin en kritik konusu üretim maliyetleridir. Bir girdinin yerli üretimi, ona tekabül eden ithal girdiyi almaktan daha pahalıysa, bu ek maliyetin kamu tarafından ya da doğrudan enflasyon kanalı yoluyla tüketiciler tarafından karşılanması gerekebilir. Her iki durumda da, bu sürdürülebilirlikle ilgili endişeleri artırabilir. İdeal olarak, ilk aşamalarında, yerli üretime geçiş, uygun araçlar yoluyla devlet tarafından teşvik edilmeli ve teşvikler orta ve uzun vadeli maliyet avantajları yaratmayı amaçlamalıdır. Yerli bir ürünün kalitesinin, yerini alacağı ithal edilen girdilerin kalitesine ayak uydurmasını sağlamak da, ana politika hedefleri arasında olmalıdır.

Sonuç olarak, ithal edilen girdi kullanımının sadece rakamlara bakarak ya da ülkeler arası karşılaştırmalar yaparak optimum düzeyde olup olmadığına karar vermek zor görünmektedir. Ancak, ithal girdilerin sektörler bazında ve zaman içindeki değişimleri ışığında kullanımını değerlendirirsek, bazı yapısal sorunların varlığı açıkça görülebilir. Belirli sektörlerde ve ürün gruplarında yerli üretimi teşvik eden politikalar, orta ve uzun vadede maliyet avantajı yaratacak üretim yapılarını hedeflemelidir. Dahası, bu konuyu cari işlemler açığı ile ilişkilendirirken, sadece ithal edilmiş bir girdi perspektifinden incelemek yerine, katma değeri ve rekabet edebilirlik faktörlerini de hesaba katmak faydalı olacaktır. Eşit derecede önemli bir nokta, ithal girdilerin kullanımının Türkiye ekonomisi için kendi başına mı yoksa diğer faktörlerle birleştiğinde bir kırılganlık faktörü oluşturup oluşturmadığını açıklığa kavuşturmak için bazı ek soruları cevaplamaktır. Özellikle, ithal girdilerin kullanımındaki (kırılganlığın bir nedeni olarak kabul edilir) yoğunluk ile ekonomik performans arasında ilişkinin olup olmadığını anlamanın yanı sıra, ithal girdi yoğunluğunun fiyat istikrarına doğrudan tehdidinin derecesinin belirlenmesi, ithal edilen girdilerin yerli üretimi için olası politikaların şekillendirilmesine yardımcı olacaktır.

KAYNAK:

İzak Atiyas and Ozan Bakis, Structural Change and Industrial Policy in Turkey

Elif Özcan Tok, Orhun Sevinç Semih Tümen, CBRT BLOG TCMB yayını

Forthcoming, Emerging Markets Finance and Trade, 2014

Daniel Gros and Can Selçuki Centre for European Policy Studies (CEPS) The Changing Structure of Turkey’s Trade and Industrial Competitiveness

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: